Şeriat yoksa, hakikate asla ve kat’a ulaşılmaz!
Müslüman bir kul; hakikatini anlamak, idrak etmek Allah’ı da bilmek, tanımak niyeti üzere olduğunda, bir arayışa girer, bir yönelişe geçer. Bu yönelişte aşama aşama hakikate doğru giden dört kapı vardır. Bu kapıların başı, şeriat kapısıdır. Daha sonra, ‘tarikat’ dediğimiz kapı açılır ve devamında hakikat ve marifet kapısı açılır. Sonunda bunlara ulaşılır.
Bunlar ne demektir kısaca bir özetleyelim inşaAllah;
Şeriat; Allah’ın emirlerini, hükümlerini, nehiylerini bilmek, Resûlü aracılığı ile göndermiş olduğu emirleri, hakkıyla bilmek ve hayatına geçirmek demektir. Önce kişinin buna yönelmesi gerekir. Yani hakikat arayışı içindeki kişi, kendi kulluğunu idrak etmek, bilmek ve Allah’ı tanımak, bilmek niyeti içerisine girmişse, sâlihâne bir şekilde, öncelikle şeriate yönelmesi gerekir. Kişinin şeriatın hükümlerini hakkıyla bilmesi ve bu hükümleri hakkıyla da hayatına geçirmesi gerekir.
Burada biz şeriat hükümleri dediğimiz zaman kastettiğimiz İlmihâl bilgileridir. Malûmunuzdur, ilmihâl dediğimiz kitaplardaki fıkhî meseleleri, yani şeriatın hükümleri dediğimiz meseleleri kastetmekteyiz. Şeriat zaten kelime mânâsıyla da ‘yol’ demektir.
Yol! İlk önce bu yola girilir. Kişi ,Allah’ı bilmek, tanımak, kulluğunu hakkıyla yerine getirmek için bu gâye ile bu yola girmiş olur. Burada; kişi ilmihâl edinerek, şeriatın hükümlerini hakkıyla öğrenmeli, yerine getirmeli ve yaşamalıdır.
Allahû Teâlâ; erkek olsun, kadın olsun Müslüman kullarına neyi emretmişse; (bu tabi, giyimden kuşamdan, davranıştan, ahlâktan, yaşantıdan, ibâdetleri, amelleri yerine getirmeye kadar tüm yaşamı kapsayan bütün bu teferruat bilgileri) şeriat dediğimiz fıkhî meseleler çerçevesinde izah edilmiştir. Öncelikle kişinin bunları hakkıyla bilip, yaşamına geçirmesi gerekir. Eğer bunları bilmeden, öğrenmeden, yaşama geçirmeden, ‘ben hakikate tâlibim’ deyip; hakikat arayışı içerisine girerse, âdeta bir binânın temelini yapmadan, üst katları çıkmaya çalışan kişi gibi olur, yahut çadırın direğini dikmemiş bir insan gibi olur. Bu durumda maalesef bu çadır yıkılır, bu binâ çöker, çünkü şeriat yok. Allah’ın emirleri yaşanmıyor. Emrettiği şekilde yerine getirilmiyor. Şayet kişi, böyle bir yaşantıyla hakikate yöneliyorsa, ‘ben hakikatleri arayış içerisine giriyorum’ diyorsa; kendini aldatmakta, hevâ ve hevesinin peşinde koşmaktadır. Çünkü şeriat yaşanmadan, hakikate asla ve kat’a ulaşılmaz. Bunu özellikle vurguluyoruz.
Bazı kardeşlerimiz, direkt hakikate yöneliyor. Çünkü hakikat câzip geliyor, sırlı geliyor, kapalı geliyor. Bilinmeyene insanda bir iştiyak vardır. Bu kişiler şeriatı ve hükümlerini öğrenmeden, şeriatı yaşamadan hakikate yöneliyor. Okuduğu birkaç kitap ile veyâhut hakikate dair dinlediği birkaç sohbet ile hakikate vâsıl olabileceğini zannediyor. Bu zandan öte geçmez, beyhûde bir uğraştır. Şeriat yoksa, hakikate asla ve kat’a ulaşılmaz. Bu bir ölçüdür, bir terazidir. Asla şaşmaz bir terazidir. Bunu böyle bilelim İnşaAllah.
Eğer ki bir insan hakikatten bahsediyor, ifade ediyor fakat yaşantısında kendisinde şeriat bulunmuyorsa, sakın ha! O kişiyi örnek olarak alıp, onun izah etmiş olduğu yoldan gitmeye kalkışmayalım. Böyle bir yanlışa düşen kişi akabinde büyük sıkıntılarla karşılaşır. Çünkü temel yok, yani şeriat yok.
Şeriat kapısı, kişiyi şeriat bilgisi ile ilerleyişe sokar, ikinci kapıya getirir. İşte buna târikat kapısı demekteyiz. ‘Târik’ Arapça’da ‘yol’ anlamına gelmektedir. Bu yol ki; insanı artık kendisini bilmeye, kendisini tanımaya ve bu tanımayla birlikte Rabb’ini bilmeye, tanımaya, Rabb-ül Âlemin olan Allah’ı bilmeye, tanımaya götüren yolun kapısıdır.
Târikat dediğimiz yapıda kişi, nefs cihetiyle belli bir terbiye ve tezkiyeye girer. Hakikate dair ilimleri edinmeye başlar, bu ilimlerle amel etmeye başlar, yerine getirmeye çalışır. Nefsini terbiye ve tezkiye ederek, yani ahlâkını güzelleştirerek terakki etmek, yükselmek için bir seyr-i sülûke girmiş olur. Târikatın kastı, amacı budur.
Târikattaki bu hakikatlere götürecek kişiye ise ‘öğretmen’ denilir. Günümüz tâbiri ile, ‘rehber’, ‘mürşid’, ‘şeyh’ kavramları aslında buna işâret etmek için konulmuştur. Kişiyi Hakk’a hakikate götüren, yönlendiren, öğretmen anlamına gelir.
Târikat kapısından geçip, seyr-i sülûkte ilerleyen kişi, bir rehber vâsıtasıyla yol alır yani bir bilen ona yol gösterir. Daha önce bu yolları katetmiş, yollardaki sıkıntıları, problemleri bilen bir kâmil Mürşid, bu yola samimiyet ile tâlip olan kişinin, âdeta mânâ itibariyle elinden tutar ve hakikate doğru yolculuk yaptırır.
Hakikat yolcusu bu yolda, mürşidinin rehberliğinde edindiği ilimler ile ilerler. Gerek kesbî (insanın kendi çalışmasıyla, gayretiyle), gerekse vehbî olarak (Allahû Teâlâ’nın kişiye bir takım hakikate dâir ilimleri vermesiyle, öğretmesiyle) ilim elde eder. Kesbî ilimleri elde etmek için, gayret şarttır.
Rasûlullah buyuruyor; “Siz bildiklerinizle amel ederseniz, Allahû Teâlâ size bilmediklerinizi öğretir.”
Şeriat emirleri doğrultusunda bildiklerimizle, samimiyet içerisinde amel ettiğimizde, bilmediğimiz cihetten de Allahû Teâlâ bu ilimleri kalbimize ilkâ eder. İşte bu bilgilerle birlikte, kişi hakikat dediğimiz meseleye vâkıf olur.
Üçüncü Kapı, Hakikat kapısı. Bu üçüncü kapıya varıldığında, insanın beş duyusunun ötesindeki bazı duyuları aktive olarak devreye girer. Bu sayede kişinin ferâset dediğimiz, basîret dediğimiz bir kazanımı olur. Artık her meseleye ferâset ile bakar. Yani bir şeyin, bir eşyanın ardındaki hikmeti görür hâle gelir. Basîret ile yani kalp gözü ile bakar. Sadece akıl gözüyle bakmak sınırından kurtulmuş olur. Târikat bunu kazandırır insana. Yani kişiyi sırf akıl cihetiyle meselelere bakıp değerlendirmekten, kalp gözü ile bakmaya, değerlendirmeye taşır.
İşte bunun için diyoruz ya; akıl bineğinden inip, kalp bineğine binilecek bir yer vardır. Bir durak vardır.
Eğer kişi akıl bineğinden inipte kalp bineğine binmezse, bu hakikatlere vâkıf olamaz. Bunlar tasavvufi tabirlerdir.
Bu hakikati artık idrak edip yaşayan kulun; elde etmiş olduğu hakikat ilimleri yaşamında açığa çıktıkça kendisinde bir idrak, bir anlayış, bir açılım zuhûr eder, meydana gelir. işte buna da mârifet denilir.
Mârifet kişinin hakikate dair elde etmiş olduğu ilimlerin getirisidir, meyvesidir. İşte bu da dördüncü kapıdır. Orada artık (her ne derecede idrak edilebilecekse) Allah’ı idrak edilebilecek en üst seviyeye kişi ulaşmış olur.
Kişideki bu gelişim tabi istîdâdı oranındadır. Yani âyân-ı sâbitesinin gereği oranındadır. Bunlar da ayrı konular, bunlara ayrıca müstakilen girmek gerekir.
Kişide, bu idrak ile hakikati yaşamak ile birlikte mârifet açığa çıkmış olur. Mârifetin açığa çıkışını, bu kişi zevk eder. Tasavvufta zevk dediğimiz hâdise de, bir cihetten buna işâret etmek bâbında söylenmiş bir sözdür.
Bu dört kapıyı da bu şekilde anlamamız icâp ediyor.
Allah en doğrusunu bilir.
Ahmet Şahin Uçar