KEŞF

“Sahih ( doğru ) bilgi , alemin kalbine Allah’ın koyduğu bilgidir. Allah’ın kullarından melek , peygamber , veli ve Mü’min olanlardan dilediğine hususi olarak vermiş olduğu ilahi bir nurdur. Keşfi olmayanın ilmi de yoktur. Bu sebeple peygamberler ve ilahi talim (bilgilendirme , öğretme ) akıllara durgunluk verecek ve bir kısmının kabul edilebilmesi için te’vile gitmeye zorlayacak şeyler getirmiştir. Bunları kabule ve asla te’vil kabul etmeyen durumlarda acze mecbur kalınmıştır. “ Fütuhat-ı Mekkiyye , Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

“Birbirine zıt olan şeyleri bir arada tutan şeyin sırrı nedir ? diye soracak olursan , buna şöyle cevap verebiliriz : Burada acaip bir sır ve açıklanması mümkün olmayan bir terkib vardır. Onu yüklenmeye gücümüz yetmez , çünkü akıl onu kavrayamaz, onu ancak keşf müşahade eder. “Fütuhat-ı Mekkiyye , Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


“Keşif ve ilham , akıl ve zihinsel faaliyetler ve beş duyu ile bilinmeyen gaybı bilme aracıdır. “
(Tasavvuf Kültüründe Keşif ve Keramet , Süleyman Uludağ )
Keşif , akla kapalı gelen , akıl yolu ile anlaşılması mümkün olmayan şeyi anlamaya denilir. Burada akıl yolu ile anlaşılması mümkün olmayan derken aklın , beş duyudan gelen verileri fikir haznesinde yoğurduktan sonra elde ettiği sonucu , değerlendirmeyi kastetmekteyiz. Bu durumda aklın verdiği hüküm , kendisine ulaşan veriler doğrultusunda bu verilerden daha önce elde ettiği tecrübe , ilmi birikim , kıyas , zan ile birlikte vermiş olduğu hükümdür. Bu hükümde kişinin isabet etme ihtimali olduğu kadar kadar isabet etmeme ihtimali de vardır.
Aklın , fikir yolu ile bu şekilde elde ettiği hüküm hakkında mutlak doğru denilemez. Yanılma payının olduğu göz ardı edilmemelidir. Nitekim günümüzde bilimsel bir gerçek olarak kabul edilen ve insanlara bu şekilde aktarılan bir çok şeyin doğruluğu hakkındaki kati görüşten dönülmüş ve hata yapıldığı kabul edilmiştir, bilim otoriteleri tarafından. Konumuz hakikatler oldması hasebiyle bu açıdan bakacak olursak akıl yaratılmıştır. Yaratılmış olan bir şeyin yaratanı hakkında mutlak bir bilgiye ulaşması mümkün değildir. Yaratılmış olan asla yaratanını ihata edemez.


Keşfin çeşitleri vardır ki bunlara :
“Akli keşif ; akıl bu tür keşfi fikir ve mizaç kayıtlarından kurtulmuş olan cevheri yoluyla idrak eder. Nefsi keşif ; birbirine aykırı olan ve birbirinden farklı perdelerin açılımından (keşfinden) sonra riyazet ve mücahedeler yardımı ile mizacın kaydından kurtulmuş olan , hayali nefste resmedilmiş olan şeydir.

Ruhani keşif ; akıl ve nefs perdelerinin açılması sonucu bu perdelerin kaydından kurtulduktan sonra Rahmani nefeslerin kaynağını mütalaa etmek neticesi oluşur.
Rabbani keşif ; Tecelli yolu ile olur ki ilahi isimlerin mertebelerinden olan tecellilerin getirisidir.

İlahi keşif ; tecellilerin en yükseğini oluşturan külli keşifler meydana getiren cem’i- ahadi ilahi tecellilerdir. Bunun üzerinde de hakikatlerin hakikatini keşfe götüren zati tecelli bulunmaktadır.” .denilir. Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Doğru bilgi ancak keşifle elde edilen bilgi olduğuna göre keşif neticesi elde edilmiş bilginin sahihliğinde ehlullah hemfikirdir. Ehlullahın bu iddiası akılcıların akli delillerine ters düştüğünden bu meseleyi bağlayıcı olarak görmemişler ve yine akılları aracılığı ile eleştirmişlerdir.

Muhyiddin İbn Arabi (k.s) , Fütuhat’ında şöyle bir ifade kullanmaktadır:
“Biz ve bizim gibi ehlullah bize ulaşan Resulullah efendimize ait olduğu söylenen ve kayıtlarda sahih diye belirtilen nice hadis-i şerifler vardır ki bizatihi biz bu sözlerin O’ na ait olup olmadığını Resulullah efendimize sormuş ve “bu sözler bana ait değildir “ demesi neticesi o söz ile amel etmeyi bırakmışızdır. Yine kayıtlarda nice sahih olmadığı belirtilen hadis-i şerifler vardır ki biz ve bizim gibi ehlullah bizatihi , bu sözlerin O’ na ait olup olmadığını Resulullah efendimize sormuş ve “ evet bu söz bana aittir “ demesi üzerine biz o sözü sahih kabul ederek o söz ile amel etmişizdir” buyurmaktadır.

Bu durumda keşif sahibine keşfinde gösterilen şeyin sahihliği konusu tartışılmazdır. Ancak ehlullahın bazılarının bırakmış olduğu eserlerinde keşifleri konusunda yazdıkları ya da onların dilinden aktarılanlara bakıldığında bir birleri ile ihtilaflı açıklamaları olduğu da görülmektedir. Bu durumun kaynağı şu olmalıdır ki ; ilahi keşifte hata olmadığına göre hata keşfi elde eden kimsenin keşfininin diğer keşif türlerinden olmasıdır veya bu keşiften elde ettiği hakikati ya ifade etme şeklinde bir hata vardır ya da o keşfi kavrayış ve idrak etme hususunda bir hata vardır. Her halde de kişinin mertebesinin düşüklüğünden kaynaklanan bir eksikliktir bu durum.. Ancak mertebece yüksek olanlar , kemalde daha kamil , en kamil olanlar arasında böyle bir çelişki ve hatadan söz edilemez. Yine peygamberlere ve getirdikleri hakikatlere dair sözlerine bakıldığında aralarında çokça uzun süreler geçtiği halde bir ihtilaf ve çelişki asla görülemez. Çünkü onlar bu hakikatleri aynı kaynaktan Allah’tan almaktalar ve bu haber alış yöntemleri tamamen koruma altındadır. Zanlarının ya da fikirlerinin ya da bir başka varlığın bu işe karışması asla mümkün değildir. Ehlullahın büyükleri için de bu cihetten bir payları olduğu söylenebilir, ancak mutlak korunmuşluktan söz edilemez. Allah dilediği kullarını muhafaza altında tutar. Yine ehlullahın mertebece üst derecelerde olanlarının hakikate dair çok hususlarda hem fikir olup aynı ya da benzer ifadelerde bulunduğu görülmektedir.

Bizim edindiğimiz bilgiler dahilinde bu konunun açılımı ve bakış açımız bu şekil olmuştur. Konu hakkında çok daha tafsilatlı açıklama yapılabilir ise de ana hatları ile keşif ve mahiyeti hakkında bu kadar bilgi yeterli olur kanaatindeyim.
Allah en doğrusunu bilir.
Ahmet Şahin Uçar – 27 Ocak 2017 – Bursa

Daha Fazla Göster

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu