Allah ayrı varlık ayrı değildir
Allah ayrı, varlık ayrı ikilemine düşmemeliyiz. Bu ikileme düşersek; Allah’ı ayrı bir yere oturtur, varlığı da ayrı bir yere oturturuz ki o zaman Allah’tan ayrı bir şeyden bahsetmiş oluruz. Tevhid kalkar, ortaya ikilik gelir.
Meseleleri konuşurken mertebesine göre konuşmak gerekir. Mertebesinden aşağı mertebeden konuşuyorsak (ikilik mertebesinden, şehadet alemi mertebesinden); evet Allah var bir de mahlûkat var. Hakikat mertebesinden konuşuyorsak; Allah’tan ayrı bir şey yoktur. Allah o mazharda; (Sen, ben, Ali, Hasan Ayşe neyse) her bir mazharda Rabb-i Hassı ciheti ile bir kalıba bürünüyor. Her bir mazhar, farklı bir terkipten oluşur.
Allahû Teâlâ o isimlerinden; farklı oranlarda (öyle diyelim anlaşılsın diye),farklı gramajlarda isimlerden bir terkip oluşturmuş; Ahmet demiş, Mehmet demiş, Ayşe demiş, Fatma demiş. Hiçbiri de birbirine benzemez, çünkü terkipler farklı yaratılmıştır. Fakat her terkibin oluştuğu bu kap; (bu mazhara bir nevi de kap diyelim) ne kadar oranda terkib aldıysa, o aldığı orandaki terkib miktarınca her şeyi değerlendirir.
Burada kendi kendini değerlendiren, gören; (hakikat ciheti ile yine kendi…) yine kendi olması hasebi ile fakat kabın kapasitesince ancak Allah değerlendirilmiş oluyor. Kâmilen bir değerlendirme yine yok. Çünkü her kap, kendi kapasitesince Allah’ı değerlendirir. İşte onun için; “Ben kulumun zannı üzereyim” denilmektedir.
“Herkes bu gerçeği fark edebilir mi?” denilirse; fark eden var, fark etmeyen var. Her bir birimde, mazhar dediğimiz bir kalıp var. Ve o kalıptan, Allah aslında yine kendini seyretmekte. Ama bu sefer o kalıbın kapasitesince seyri var. Yani biz, her birimiz Allah’ı idrak ediyoruz değil mi? Ama kendi kalıbımız nispetinde idrak edebiliyoruz. Kalıbımızın ötesine çıkamıyoruz. Bu kalıpların en kâmili Rasûllullah Efendimizde bulunuyor.
Mevcûda gelmiş, var olmuş en kâmil kalıp Rasûlullah Efendimizdir. En parlak aynadır deriz ama şunu anlıyoruz ki; Allahû Teâlâ’nın kendi zât’ında saklı tuttuğu, mevcûda gelenlere aksettirmediği yönleri de var.
Rasûlullah Efendimiz şöyle diyor ; “Ben seni hakkıyla hamd edemem, ancak sen hakkıyla kendi kendini hamd edebilirsin.” Veyâhut da yine Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ahirette şefaat meselesi ile alâkalı; “Benim şuan bilmediğim ancak Allahû Teâlâ’nın ahirette bana bildireceği bir takım isimleri ile dua edeceğim” diyor. Rasûlullah Efendimiz dahi, “şu an bilmediğim…” diyor. Demek ki bu dünya hayatındayken, Allah tarafından kendisine bildirilmeyen bilgi var, ahirette bildirilecek isimler ile yapacağı zikrinden bahsediyor.
Allahû Teâlâ’nın kendi zât’ına ayırdığı, hiçbir zaman bildirmeyeceği, Rasûlullah Efendimize dahi bildirmeyeceği yönleri de vardır, ismi de vardır, bilgileri de vardır.
Mevcûda gelmemesi itibari ile Allah’In kendi zât’ında saklı tuttuğu, mutlak gayb olarak tuttuğu tarafı biz bilemeyiz. Allah’ın dilediği, murad ettiği kadarı açığa çıkıyor. Onun da en kâmili Rasûlullah Efendimiz’de açığa çıkıyor.
Allah en doğrusunu bilir.
Ahmet Şahin Uçar