“Allah’a kulluktan başka yaklaşma yolu yoktur ! ” Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

“Sadık salike lazım olan odur ki ; daima, cismi ile şeriatta, aklı ve ruhu ile tarikat ve hakikatta, sırrı ile de ( keyfiyetsiz ) vuslatta ola !..”

Hace Alaeddin Attar (k.s.)

————–

Kulluk ( abdiyet ) özü gereği acziyet , horluk gerektirir. Kul , Allah’ a yakin elde edebilmesi için kulluğun gereklerini yerine getirmelidir.

 Nitekim Beyazit-i Bestami (k.s.)  , Allah C.C. a  ” Sana ne ile yaklaşabilirim ? ” demiş ve Allah C.C. tan ” Bende olmayan ile . Horluk ve acziyet ile ” cevabını almıştır.

İnsan hakikatlere vakıf olduğunda gerçek manada ” Tevhid ” i anlar.

“Alem’de Tek bir Varlık vardır. O da Vûcudu Mutlak olan Allah’ın Varlığıdır. Diğer Varlıklar bu Varlığın çeşitli Zuhurları ve Değişik Tecellileridir. Var zannedilen Şeyler aslında Vehim ve Hayalden İbaret’tir.” der Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

Bu hakikatin bilgisine vakıf olan kişi kavramları tam ve doğru olarak yerli yerine oturtamadığı zaman ” Ben O’ yum , O da Ben ” der. Halbuki kendi varlığının O’ nun varlığı yanında bir hayal olduğunu, ancak O’ nun ilminde bir ilmi suret olduğunu , hakikatte asla bir vücudu bulunmadığını idrak edememiştir. Hayal ile hakikati karıştırmıştır.

Burası temelde sağlam bir bilgisi olmayan bir çok insanın ayaklarının kaydığı noktadır.

Yaratılmışlar içerisinde hakikate en kamil bir şekilde vakıf olan Resulullah (S.A.V) efendimiz ve onun varisleri kamil ehlullah’tan hiç kimse kulluğun gereğinden geri kalmamış ,her daim şeriatın hükümleri ile amil olmuşlardır.

Bu durumda en doğru idrak ve en kamil kulluk şudur ki : 

Salik kişi cismi ile daim şeriatı gözetmeli , şeriatın emir ve yasaklarına uygun bir yaşam sürmeli , kulluğun gereği olan ibadet ve taatlere bağlanmalı , akl-ı kül’ den beslenen aklı ile ve ruhu ile Allah’ı idrake olan yolculuğunu ( tarik) gözetmeli , hakikatleri tefekkür ile hazm’etmeli bütün bunların getirisi ve sonucu olarak ” TEVHİDİ ve VUSLATI ancak ve ancak SIRRINDA ZEVK EDEBİLECEĞİNİ ” iyi bilmelidir !

Bu durumda ortaya iki mertebe çıkar. “Rab ve kul” mertebesi. Bu mertebeler hiç bir zaman bir araya gelmez. Kul her daim kul’dur , Rab da her daim Rab’dır. Hiç bir zaman kul Rab olamayacağı gibi Rab da kul olamaz. Hakikat budur! Cem’den sonra fark mertebesine geçmek şarttır. Aksi halde kişi zındık olur. Bunun için şeriat hükümleri her daim kişiyi bağlar ve kişi şeriata uygun bir hayat yaşamak zorundadır. İdrak boyutunda ise istidatının verdiği nasibi nispetinde hakikati zevk eder.

Allah en doğrusunu bilir.

Ahmet Şahin Uçar

Daha Fazla Göster

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu