DUA KADERİ DEĞİŞTİRİR Mİ ?
Kader konusu günümüze dek sürekli hakkında konuşulmuş , tartışılmış , farklı bakış açıları ile izah edilmeye çalışılmış bir konudur. Bu konuda izahatların farklılığı , farklı idrak sahibi insanların bu hakikate farklı açılardan bakmaları , resmin bütününe değil de bir bölümüne bakmaları ya da bütününü görememeleri , ilimde farklı derecelerde bulunmaları neticesi açığa çıkan bir durumdur. Dolayısı ile her fikir sahibi kendi fikrini doğrular nitelikte deliller ileri sürmüş kendi fikrinin dışında bir fikir sürenin fikirlerinin doğruluğunu kabul etmemiştir. Bu fikir farklılığı bu güne kadar sürdüğü gibi bundan sonra da devam edeceği muhakkaktır.
Hakikatleri öğrenmek ve kulluğunu kamil bir şekilde yerine getirmek isteyen muhakkik kimseler kaza ve kader mevzunu da derinlemesine araştırıp , bu hususta mutmain olmak gayesi gütmüşlerdir.
Muhyiddin İbn Arabi (k.s.) Hazretlerinin eserlerinde bu konu ile ilgili dile getirdiği hakikatlerin bizdeki idraki nispetinde meseleye şöyle bir bakışımız olmaktadır; Şeyhül Ekber , kaza-kader ve onlara bağlı diğer meseleleri iki temel esasa bağlar. Birisi İlm-i İlahi , diğeri ise a’yan-ı sabite ( sabit/değişmez hakikatler ) dir. Bunları da ‘ilim maluma tabidir’ düsturu altında toplar. Yani ilmin maluma tabi olması , Allah’ın ilminin malum olan (bilinen/açığa çıkan) a’yan-ı sabiteye (değişmez/sabit hakikatlere) tabi olmasını kasteder. A’yan-ı sabite belirttiğimiz gibi değişmez hakikatlerdir. Konu daha kolay anlaşılabilmesi için tasavvufi manada teknik (istilah) kelimelerin dışına çıkarak meseleyi izah etmeye çalışalım.
Allah her ne yarattı (halk etti) ise tüm yaratılmış hakkında ilmi var idi. Yani yaratmayı murad edip sonra üzerinde düşünüp teferruatına kadar plan yapıp bir karar kılmış ve sonra o murad ettiklerini yaratmış gibi bir şey söz konusu değildir. Zat’ı , İlmi İlahi’de bu bilgiye sahipti. Yokluktan varlık alemine çıkarmayı murad ettiği her birim Allah’tan talebine göre istidatı belirlendi. Yani her yaratılmış Allah’tan kendi istidatını talep etti ve Allah bu talebe göre istidatları belirledi. Bu belirlemeye a’yan-ı sabite (değişmez/sabit) hakikatler diyoruz. Bütün bu meseleler Levh-i Mahfuz (korunmuş, sabit , değişmez levha) da yazıldı. Levh-i mahfuzda her ne yazılı ise alemde cereyan eden tüm hadiseler o yazılı olan duruma göre cereyan etmekte ve asla o yazılanın dışında bir şey vuku bulmamaktadır. Bütün bu anlattıklarımız bir zamansal faktör içerisinde öncelik ve sonralık kavramları ile anlatılsa bile bu algı biz yaratılmışlar için geçerlidir, her şey an’ da olmuştur. Allah’ın zatı her şeyden münezzehtir. Şunu da belirtelim ki yaratılmış her şey hakikatte Allah’ın Zat’ına kıyasla bir vücud sahibi değildir. Her şey Allah’ın ilmindeki ilmi suretlerdir. Bu manada her şey için Allah’tır denilemeyeceği gibi Allah’tan ayrı (bağımsız/müstakil) da denilemez.
İnsanların bir kısmı duanın kaderi değiştireceğini savunmaktadır. Bu insanların baktığı yerden baktığımızda sözlerinin doğru olduğunu görürüz. Ancak şunu belirtmeliyim ki bu insanların baktığı yer aşağıdadır. Yani kamil bir bakış değildir. Alemde doğru , daha doğru ; kamil ve daha kamil vardır ! Bu düsturu hiç unutmayalım. Doğru ‘tek’tir demek yanlıştır. Doğru , durduğun ve baktığın yere göre değişir. Değişmeyen şey ise hakikatlerdir. Hakikatler değişmez ve başkalaşmaz, ancak hükümler değişiklik arz edebilir. Yazılan yazının asla değişmeyeceği Levh-i Mahfuz dan ayrı olarak Allah Levh-i Mahfuzun aşağısında Levhalar yaratmıştır ( Adı geçen levhalar konusu Fütuhat c 11,sf 101 de geçmektedir. Geniş bilgi için oraya müracaat edebilirsiniz) bu levhalar silinme ve ispat levhasıdır ve bu levhalar “ Allah dilediğini siler ve sabit kılar “ (Ra’d-39) ayetinde bahis olan levhalardır. Allah’ın dilediği kullarından başka hiç kimse Levh-i Mahfuz’a ulaşamaz ve oradan bilgi edinemez. Ancak Levh-i Mahfuz’dan aşağıda bulunan bu levhalardaki bilgiye alemin idaresi ile görevli tüm melekler muttali olduğu gibi insan ve cinlerden de bu bilgiye ulaşanlar vardır. Misalen bu levhalarda falanca kulun falan gün ve saatte bir kaza geçirip yaralanacağı yazılıdır. Melekler bu bilgiye sahip olarak o zamanı beklemekte iken kul bir sadaka verir veya güzel bir amel işler , neticesinde Allah bu levhada o kul hakkında geçireceği kazayı siler ve kul beladan korunmuş olur. Böylece melekler levhadan silinen bilginin yerine yazılan bilgi dahilinde harekete geçerler. İşte bu noktada dua kaderi değiştirir diyenler bilseler de bilmeseler de bu levhada yazılı olanın değişmesini kast etmiş olurlar. Eğer bu kasıt ile söylenmişse sözleri doğru kabul edilir. Yok eğer Levh-i Mahfuzda yazılı kaderi kast etmişlerse sözleri doğru değildir. Çünkü Levh-i Mahfuzda kulun başına bir bela gelecekken kulun duası ile yada sadaka vermesi ile bu belanın def edileceği bilgisi yazılıdır. Yani kulun o sadakayı vermemesi ya da o duayı yapmaması mümkün değildir. Levh-i mahfuzda her ne yazılı ise yazılı olanın mutlak manada yerine gelmesi gerekir.Bunun alternatifi yoktur. Kul için çoklu seçeneklerden birini seçme hakkı diye bir şey söz konusu değildir. Kul seçimini en başta yaptı (a’yan-ı sabite) ve artık o seçimi dairesinde hareket etmekte mecburdur. Kaderin asla değişmeyeceğini söyleyenler ise diğer gruba göre bir üst idrake erip Levh-i Mahfuz da yazılı olanın mutlak vuku bulacağını anlamış ,idrak etmiş kimselerdir. Konu hakkında çok daha detaylı bilgiler verilebilir ancak maksat hasıl olduktan sonra sıkıcı olmamak adına bu kadar açıklamanın yeterli olacağı kanaatindeyim.
Allah en doğrusunu bilir.
Ahmet Şahin Uçar – 5 Şubat 2017 – Bursa