Herkes Nefsindeki Allah’a İbadet Eder

‘Allah’a, Zât’ın da Allah olarak ibadet edenlerin sayısı çok azdır. Herkes nefsinde kurduğu kadarıyla O’na ibadet eder.

Bu sırrı iyi anla! ‘

Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)


Nasıl ki her insan Allah hakkında sahip olduğu bilgisine göre ( nefsinde kurduğu kadarıyla ) Allah’a ibadet etmekte ve O’nu tanımakta ise , kendi sahip olduğu bilginin dışında bir anlatım tarzını , yöntemi , üslubu , şablonu , kriterleri , vasıfları , nitelemeleri , bakış açısını , tenzihi , teşbihi kabul etmez. Çünkü ancak elinde doğru kabul ettiği kendi doğrusu vardır. Bu kişiye göre başkalarının söylem ya da ifadeleri yanlıştır.

İşte bu noktada Muhyiddin İbn Arabi (k.s.) hazretleri bize ne güzel bir ölçü veriyor ve hakikati ne güzel dile getiriyor.

Arif olan kişi , başka insanların bu konudaki görüşlerinde , meseleye hangi mertebeden ve ya hangi halin etkisi ile baktığını bilir. O kişinin bulunduğu mertebeden ya da o an için girdiği hal’den bakışının mertebesinin veya halinin gereği olduğunu müşahede eder ve yine o şahsın kendisine göre görüşünün doğruluğunu tasdik eder , ancak kemalatta derecelendirmeye sokmak gerekirse o dereceden derecelendirir ve bu derecenin üzerinde nice dereceler (mertebe) olduğunu bilir. O iddia eden şahsın mertebesine göre doğru veya kamil olan şeyin bir üst mertebede doğru olmadığını ya da kamil olmadığını görür ve bilir.

“Alemde doğru ve daha doğru ; kamil ve daha kamil vardır! ” Bu düsturu hiç bir zaman unutmayalım.

Yine Kur’an-ı Kerim’de Allah CC. şöyle buyuruyor : “Her bilenin üzerinde bir bilen vardır.”.

Hal böyle olunca alemdeki görüş ayrılığına sahip kimselerin münakaşalarına bakan arif kimse insaf ederek her hak sahibinin hakkını kendisine teslim eder. Bu görüş ayrılıklarının olması kaçınılmazdır. Çünkü Allah kullarını eşit yaratmadı ! Alemde bir derecelenme vardır ve bu derecelenme bu sonucu doğurur doğal olarak. Hatta görmez misiniz ki ehlullah da dahi ( henüz vuslata ermemiş , seyri sülukun da kemalat bulmamış , tabiri caiz ise geçilmesi gereken durağa henüz ulaşmamış ehlullahı kastetmekteyim ) gerek mizaç ve fıtratlarından kaynaklanan gerekse bu yoldaki meşreplerinden kaynaklanan görüş ayrılıkları oluşmuş , keşiflerine göre elde ettiği bilgileri en kamil bilgi zannına kapılmışlardır.

Oysaki Hz. Adem (a.s.)’den bu yana Hz. Muhammed (S.A.V ) Efendimize kadar gelen tüm peygamberlerin aralarında bir ihtilaf olmaksızın aynı tevhidi hakikatleri dile getirdiğini biliyoruz. Nasıl ihtilaf olabilir ki ? Onlar direkt aynı kaynaktan beslendiler.

Bu durumda bize düşen şu olmalıdır ki : Allah’a ilmimizi artırması için dua edelim.Duayı ederken sadece hal’de değil , fiilde de edelim yani hakikatlere dair eserleri çokça okuyalım ve tefekkür edelim. Ehlinin bu husustaki izahatlarını dinleyelim , sohbetlerinden nasiplenelim. Bununla birlikte duanın tam yerini bulması için üçüncü unsuru olan ayan-ı sabitemizde mevcut olan istidatımızın da bu duanın gereğine göre vuku bulmuş olması gereklidir. Bu şartların yerine geldiği dua en kamil dua olur !

Allah en doğrusunu bilir.

Ahmet Şahin Uçar

Daha Fazla Göster

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu