Nefis Mertebeleri ve Kalbe Gelen Düşünceler Üzerine…
Muhyiddin İbnü’l Arabi hazretlerinin eserlerinden anlıyoruz ki, kalbe gelen düşünceler dört kısımdır.
Rabbani düşünce, melekî düşünce, nefsani düşünce, şeytani düşünce şeklinde dört cihetten gelir.
Kişi, kalbine gelen bu düşüncelerin hangi cihetten geldiğini ayırt edemiyorsa, bu düzeyde bir ilmi yoksa tuzağa düşer. Nefsânî düşünceyi ya da şeytânî düşünceyi, Rabbânî düşünce zannedebilir ya da melekî düşünce zannedebilir. Çünkü ilmi yoktur. Neye göre ölçecek? Neye göre tartacaktır? Bunu bilmezse o zaman işte şeytanın tuzağına düşer.
Bir düşüncenin hangi cihetten geldiğini tam olarak bilmek nefis mertebelerinden ancak mutmainne nefis mertebesine ulaşan insanda açığa çıkar.
Tasavvufla iştigal edenlerin bildiği üzere, yedi nefis mertebesi vardır. Nefs-i mutmainne dördüncü nefis mertebesidir. İşte bu dördüncü nefis mertebesine ulaşılmadığı sürece, gelen düşüncelerin nefsânî mi, şeytânî mi, melekî mi, Rabbâni mi olduğunun net bir şekilde, sahih bir şekilde ayırt edilmesi mümkün olamaz. Dolayısıyla kişi, nefs-i mutmainne mertebesine geçmediği sürece bunları anlayamaz, ayırt edemez.
Yedi nefs mertebesinin en altında bulunan nefs-i emmâre dediğimiz mertebe, tamamen şeytanın hizmetinde olan hayvanî nefsin istek ve arzuları doğrultusunda yaşayan insanların yaşayış şekli ve onların nefis mertebesidir.
Onun bir üstünde nefs-i levvâme bulunur. Bu mertebe için levm eden yani kınayan nefis mertebesi denilir. Bu mertebe çoğunluğunun durumudur. Zaman zaman şeytanın ve nefsinin emrine uymakta, zaman zaman hata yaptığını anlayıp Allah-u Teâlâ’nın emri cihetinden yönelişe geçip tövbe istiğfar etmektedir. ‘Yâ Rabbi ben ne yaptım? Ben hata ettim, kusur işledim, günah işledim, beni af eyle yâ Rabbi! Emrettiğin şekilde bir kul olma gayreti içerisine giriyorum.’ deyip namazına yönelmekte, şeriatın emirlerini yerine getirmektedir. Zaman zaman ise tekrar, Allah’ın emretmiş olduğu şeriatın emirlerinden çıkmakta, gaflete düşmektedir. Hatasını anlayıp tövbe edip tekrar çizgiye, rotaya dönmektedir. Böyle gelişler ve gidişler yaşamakta olan kişinin nefis mertebesi, nefs-i levvâmedir.
Bu mertebenin bir üstüne çıkan kişi üçüncü mertebe olan nefs-i mülhime nefis mertebesine çıkan kişidir. Nefs-i mülhime dediğimiz, ilham alan nefistir. Artık burada ilham başlar. İlham alan nefis mertebesine gelen kişiye, melekten de şeytandan da ilham akmaktadır. Bunları bazen ayırt edebilir, bazen edemez. Hangisi melekten hangisi şeytandan; kişinin mertebesine göre, ilim düzeyine göre değişmektedir. Gelen düşünce Rabbâni mi, melekî mi, nefsânî mi, şeytânî mi? Nefs-i mülhime, bunları ayırt etme de henüz hassas değildir. Nefs-i mülhime, Müslümanların imanları kuvvet bulmaya başlayanlarının geldiği nefis mertebesidir, henüz kurtuluş mertebesi değildir. Yani bu mertebede bulunan kişi bazen yine aşağıya düşer. Nefs-i levvâmeye de düşer. Nefs-i emmâreye bile yuvarlanabilir, düşebilir. Tekrar yavaş yavaş çıkar, hatasını kusurunu anlar, tövbe istiğfar eder. Tekrar mülhimeye kadar çıkabilir. Bu nefs-i mülhime dediğimiz koridor, çok uzun; Müslümanların çoğunluğunun geçmeye ömrünün kifayet etmediği, yetmediği bir koridordur. Çoğu insan bu mertebeyi geçemez. Ömrünü tamamlar, ölümü tadar, bu âlemden, bu diyardan gider.
Nefs-i mülhimeyi geçen insan ise nefs-i mutmainne dediğimiz mertebeye ulaşır. Nefs-i mutmainne yani, mutmain olmuş nefis demektir. Kur’ân-ı Kerim’de âyette Allahû Teâlâ’nın belirtmiş olduğu, “Ey mutmain olmuş nefis, Rabbin senden razı, sen Rabbinden razı olarak gir cennetime” dediği, Allahû Teâlâ’nın bu hitapta bulunduğu nefis mertebesi işte mutmainne nefis mertebesidir. Ancak mutmainne nefis mertebesine ulaşmış kişi bu tuzakları net bir şekilde görebilir, sahih bir şekilde anlayabilir. Yani kalbe gelen düşüncelerin Rabbânî düşünce mi, melekî düşünce mi, şeytânî düşünce mi, nefsânî düşünce mi olduğunun net ayırımını ancak mutmainne nefis mertebesine ulaşmış insan yapabilir. Bu mertebeye ulaşamayan insanların bu ayırımı net, sahih bir şekilde yapması her zaman mümkün olmaz.
Allah en doğrusunu bilir.
Ahmet Şahin Uçar