Kimin bilgisi artarsa , hükmü de artar ! Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)

—————————————
Bu konuyu detaylıca tefekkür etmek gereklidir.

Bilgi deki artış hangi durumlarda kişinin hükümlerinde de artış gerektirir ?
Bu durum nasıl değerlendirilmelidir?
Bilgideki artış hangi durumda övülür ?
Hükümlerdeki artış kimin için faydalı bir durum iken , kimin için zararlı olabilir ?
Bu durum övülen ve kınanan bir durum olarak iki farklı oluşu ortaya çıkarır mı ?

Biraz tefekkür edelim ve idraklerimiz nispetinde konuyu anlamak için fikir beyan edelim inşaAllah :

Mertebe bakımından ilimlerin en üstünü ‘ Allah’ı bilmek ‘ Allah’ı bilmeye giden en yüce yol ise ‘ tecellileri bilmek ‘ tir. Onun altında ise teorik bilgi (nazari ilim) bulunur der Muhyiddin İbn Arabi (k.s.)
Bu manada insanı cehaletten kurtaran ilim Allah’ı bilmeye yönelik ilmdir. Bunun içindir ki AllahuTeala Kur’an-ı Kerim de “ Rabbim ilmimi arttır de “buyurmuştur Resulullah (S.A.V) efendimize ve elbetteki onun nezdinde bizlere. Yine Resulullah efendimiz “ İlim müminin yitiğidir ,nerde bulursa alır “ , “ İlim Çin’de de olsa alınız “buyurmaktadır. Bu ifadelerde kastedilen ilim Allah’ı bilmeye yönelik ilimlerdir, buna dikkat edelim.

İnsanın edindiği ilimler Allah’ı bilmeye dair olmayıp teorik ilimler ise , bu ilimler o insanın cehaletini ortadan kaldırmaz aksine daha da cahil olmasına sebep olur. Çünkü bu nazari ilimler ile kişi ancak mevcut perdelerinin önüne daha da perde katar , perdesi daha da kalınlaşır. İşte bu manada kimileri ilim insana perdedir demişlerdir. Allah’ ı bilme adına edinilen ilimler asla insana perde olamayacağı gibi bilakis perdelerinden kurtulmasını sağlar. Eğer bu ilimler perde olacak olsaydı Allah CC. “Rabbim ilmimi arttır de “ şeklinde duada bulunması için Resulullah efendimize buyururmuydu hiç !

İnsanın bilgisindeki artış nazari ilimler (teorik, akli) cihetinden olabileceği gibi , Allah’ı bilmeyi sağlayacak (keşfi , kalbi , manevi, sır ilmi ) cihetinden de olabilir.
Sadece nazari ilimler tahsil edip,Allah’ı bilmeye dair bir bilgisi olmayan kimse sahip olduğu bu ilim ile beş duyusundan elde ettiği bilgileri fikir haznesinde yoğurarak bir sonuca varır ve herhangi bir konuda hükümde bulunur. Burada en önemli faktör kişinin zannıdır. Aklın vardığı hükümde kişinin zannı en önemli etkendir. Zanlarının oluşumunu sağlayan faktörler ise , beş duyunun verilerinin yanında kişinin yaratılıştaki mizaci durumu , ebeveynlerinden aldığı genetik faktörler , edindiği bilgi birikimi ,yetiştirilme şartları , değer yargıları , örf adetleri ,inancının verileridir. Bu donanım ile kişi elde ettiği bilgi neticesinde bir hüküm verir. Hakikat ehline göre böyle bir kimsenin verdiği hükümde yanılması ve hata etmesi kaçınılmazdır. Birde bu kişi hakikate dair meselerde “bu budur” gibi hükümler vermiş ise bu durum onun büyük bir vebal altına girmesine sebep olmuştur , lakin bu kişi içinde bulunduğu durumun farkında değildir cehaletinden dolayı.
Şeriat cihetinden bakacak olursak ;şeriata dair bilgiyi edinmiş olduğu halde işin hakikatine vakıf olamamış kimse ise bilgisi dahilinde verdiği hüküm ile isabet edeceği gibi Allah’ın geniş kıldığı şeriatında bilmeden kısıtlama yapıp yanlış hüküm de vermiş olabilir. Bu durum genelde zahir alimlerinde , fakihlerde görülmektedir der Muhyiddinİbn Arabi hz. Ümmeti dara sokan bu gibi zahir alimlerinin mahşer günü hesaplarının çetin olacağını bildirmektedir. Bu manada sadece hadis ilminin zahiri ile iştigal eden , konunun batınından haberdar olmayan kişilerden uzak dur, der. Böyle kimseler elde ettikleri bu bilgi ile başlarlar işin zahirine göre ahkam kesmeye, hüküm vermeye. Hatta daha da ileri gider haşa Allah’dan haber gelmiş , kesin bir bilgi edinmiş gibi kişileri cennete koyarlar ,cehenneme koyarlar , dinden çıkarırlar , kafir ilan ederler vs. İşte böyle bir durumda da kişinin bilgisinin artışı hükümde de artışa sebebiyet vermiş ve bu verdiği hüküm kişinin gerek dünyada gerekse ahirette büyük sıkıntılara girmesine sebep olmuştur.

Bilgisindeki artış hem zahiri hem debatıni cihetten olan ehlullah ise Allah’ı bilmek hususundaki bilgisinin sahihliği nispetinde hükümde isabet etmiştir. Bu hususta ehlullahın büyükleri bir konu hakkında dahi zorunluluk olmadıkça hüküm vermekten kaçınmıştır. Nitekim İmam Malik(k.s.) hazretleri ömrünün son zamanlarında verdiği hükümlerden(fetvalardan ) dolayı pişmanlık duymuş ve eğer imkan olsa idi o fetvaları geri toplardım lakin mümkün değildir, dünyanın çeşitli yerlerine yayılmıştır buyurmuştur , bu konuyu Muhyiddin İbn Arabi (k.s.) Fütuhat’ında dile getirmektedir.Ancak şu durumu da Allah ve peygamberi onaylamıştır ki müştehit verdiği hükümde Allah’ın o konudaki muradına uygun düşerse iki sevap alırken , uygun düşmez ise bir sevap almıştır.
Nihayetinde buradan şunu anlamaktayız ki kişi manevi mertebelerden belirli bir mertebeye varıncaya kadarki seyrinde bilgilerindeki artışı nispetinde hüküm vermede bir eğilim ve artış olacağından bu hususta dikkatli olup hüküm vermekten sakınmalıdır. Allah’ı bilmede mertebece üst mertebelerde olan kullar hüküm vermekten kaçınmışlardır. Bu meyanda kendilerine tasarruf yetkisi verilen ehlullahın büyükleri tasarruf etmekten imtina etmişler ve Allah’ın muradının alemde açığa çıkışına rıza gösterip seyreylemek ile edeplerini ortaya koymuşlardır. Karşılaştığımız kişi yada olay hakkında son derece temkinli davranıp Allah’tan kesin bir kanıt elde etmediğimiz sürece o olay yada şahıs hakkında hüküm vermemeliyiz. Bununla birlikte aç ve susuzken , hasta iken , öfkeli iken hüküm vermekten kaçınılması gereklidir.

Çünkü hüküm veren kimse kendisini hakim mertebesine yerleştirmiş olur.

Hakikatte hakim, hüküm vermekle kendisini mahkum etmiştir !!!

Burada hakim konumunda olanlara da çok önemli bir hususu dile getirmiş bulunmaktayız.

Allah en doğrusunu bilir.

Ahmet Şahin Uçar – 19 Şubat 2017 – Bursa

Daha Fazla Göster

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu