RUH, AKIL – NEFS, ŞEHVET

Ruh ve nefis aslında birbirinden ayrılmaz hakikatlerdir. Ya ruh , nefsin üzerinde kendi hükmünü icra eder ve hükümran benim der. Yahut da nefs , ruhun üzerinde hükümranlık kurar ve sınır tanımaz bir yaşam biçimini seçer , kişinin ebedi hayatını helak eder.

İnsan vücudunun gerçek padişahı ruh’tur. Allah bu şekilde yaratmış ve asli özelliklerinde saf ve temiz, arınmış olarak bulunan ruh , hükmünü icra etmesi hasebiyle “ Ahsen-i takvim “ olarak Yaradanımızın nitelediği mertebenin sahibidir.

Ancak ruh bu özelliklerini açığa çıkaramayıp, hükümdarı olduğu bu vücud ülkesinde otoritesini sağlayamaz ise eşkıya başı olan nefs’in ayaklanıp baş kaldırması ile bu ülkenin vezirini (akıl) ayartıp (kandırıp) ülkenin tüm kuvvetlerini ele geçirmesi neticesi artık kendi hükmünü kendi baş yardımcısı olan veziri ( heva, heves, şehvet) ile icra etmeye başlar. Ülkenin gerçek padişahı olan ruh’u susturur ve adeta zindandaki bir hücreye hapsederek bu ülkenin yönetimini dilediği gibi icra eder.

Bu ülkenin gerçek padişahı olan ruh’un böyle kötü bir duruma düşmemek için ülkesindeki yönetimde nelere dikkat etmesi gerektiğini , veziri olan aklı nasıl kontrol altında tutup , sevk ve idareyi en sağlıklı şekilde yapması gerektiğinin bilgisine sahip olmalı, otoritesini sağlam kurmalıdır. Düşmanı olan nefsi iyi tanımalı , onun tuzaklarının ne cihetlerden gelebileceğini iyi bilmeli ve hesap etmeli , bu tehlikeleri en güzel şekilde bertaraf etmenin usul ve yöntemlerini en kamil bir şekilde uygulamalıdır.

Ancak bu şekilde ülkesinin selameti için çalışmış , tebasının huzur ve mutluluğunu sağlamış, kudretinin açığa çıkışını müşahede etmiş ve kendi hükümdarlığını da korumuş olabilir.

Görüldüğü gibi nefs ve ruh aynı ülkenin topraklarında yaşamak zorundalar. Birinin diğerini bu ülke topraklarından çıkarması mümkün değildir. Ancak güç ve kudreti kim eline geçirirse diğerini esir eder ve bir hücreye kapatır. Güç ve kudreti ele geçirmek ise büyük vezire sahip olmakla ( akıl ) mümkün olur.

Ruh’un kuvvet bulmasının işaretleri ; zahirde kişinin şeriata uygun bir yaşam tarzının bulunması , yaptığı taat ve ibadetleri huzur ile yapması , nefsi istek ve arzulardan uzak durması, kulluk görevlerini güzel bir şekilde ifa etmesi , zikrullah ile meşgul olması , Allah dostlarını sevmesi onlara yakınlık kurması , boş ve malayani şeylerden uzak durması , bırakın haramlara meyletmeyi şüpheli şeylerden dahi uzak durması , takvaya önem vermesi , kalbinde huzur ve tatminliği bulmasıdır.

Nefs’in kuvvet bulmasının işaretleri ise ; kullukta gevşeklik , heva ve heveslerinin peşine düşmek , şehvet düşkünlüğü , ibadet ve taatlerden sıkılmak ve onları bir yük gibi görmek , haram şeylere doğru meyil , haram ve helal konusunda hassasiyet gözetmemek , mekruh şeyleri günah gibi görmemek, önemsememek , kendisine Hak ve hakikatlere dair nasihat edenlere karşı büyüklük taslamak ve bu nasihatleri hiçe saymak , bu durumdan sıkılmak , zamanının çoğunluğunu boş ve malayani şeylerle geçirmek vb. dir.

Kişi kendisine insaf ile baktığında bu durumlardan hangisi kendisi üzerinde yoğun bir şekilde bulunuyorsa nefs ya da ruhun hangisinin hükümranlığının bu vücud ülkesi üzerinde geçerli olduğunu görür.

Mesele bu ülkenin gerçek hükümdarı olan ruh’un hükümranlığının devamının ve otoritesinin sağlamlığının korunmasıdır. Ancak bu şekilde huzur , sıhhat , mutluluk ,istikrar ve nimet elde edilmiş olur.

Allah en doğrusunu bilir.
Ahmet Şahin Uçar

Daha Fazla Göster

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu